TAŞATAN YOLUNDA KAYBOLDUM
Haziran ayları gelince içime bir hüzün çöker. Nefesim daralır gibi olur bir an geçmişe dönerim. İçimi burkan bir hüzün dalgası sarar vücudumu. Kalbimin atışı hızlanır. Anılarımda bir hareketlenme olur. Yılan gibi kıvrılan tozlu yollarda 1980 model land marka gürültülü bir sesle çalışan, içi-dışı benzin koktuğu için yolcuların yarısının istifra ettiği bir arcın içinde sabırsızca bekleyerek Bedan Köyü’ne doğru yaptığım yolculuklar aklıma gelir. Çünkü haziran ayı demek benim okul gibi pek başarılı olamadığım işlerden kaçış, aşırı sıcak ve sivri sineklerden kurtulmak , yaklaşık 3 ay sürecek olan macera ve heyacan dolu günlerimi geçireceğim Toroslardaki yaylalarımıza, kar deliklerine, taze çiğdemlere, gürül gürül akan dere ve şelalelere kavuşacağım günler demektir.
Yaz aylarının başlarına doğru annem ile babamın çocuklardan birisini yaylaya gönderebileceklerini konuştuklarını duyar gibi oldum. Yaylaya kimin gideceği konusu kardeşim Salih’le benim aramda bir yarışma şeklinde geçerdi. İkimiz de yaylaya gitmeyi çok isterdik. Rahmetli babam adete bu işten keyif alırdı. Bir gün kardeşimle bana bir yakınımızı gösterek bu adam kim ? bileni yaylaya göndereceğim dedi. Lakabını bildiğim ama saygımın gereği amcamın lakabını söyleyemedim ne söylesem diye düşünürken kardeşim Salih lakabını söyleyiverdi ve yaylaya gitme hakkını kazandı.
Nasıl olurdu bu! yaylaya ben gitmeliydim bu benim hakkımdı. Çünkü ben her türlü işi yapabiliyordum. Alıç denen (Köyün doğu karşısı) yerdeki sarp yamaçtan korkmadan ada çaylarını toplar, ebemin sağmak istediği fakat huysuzluk ederek kaçan keçileri çabucak yakalar, yetişkin birinin olmadığı zamanlarda yüklü katırı çekerek yaylaya çıkabilir, bir çırpıda oğlakların otladığı yerlere varabilirdim. Ama kardeşim Salih bu işlere pek de hevesli olmadığı için yapamaz kepeneğin içine girip uyumayı severdi.
O yıl yaylaya gidemediğimin üzüntüsü içimde duradursun. Ertesi yıl babam beni yaylaya göndermeye karar verdi. Annem bir bohça hazırladı, babam Sugözü Mahallesindeki evimizden bisikleti ile beni alarak şimdiki Kuyularönü Cami’nin önünde bekleyen yolcuların yanına götürdü. O zamanlarda oralar çok tenha idi birkaç market ile değişik köylere giden bir kaç araba olurdu. Köye giderken boş gitmek istemiyordum yanıma sapan, düdük, top gibi oyuncaklar almak istiyordum ama bu fikrimi babama söyleyemiyordum. Çok sevdiğim teyzeme, o zaman popüler lezzet olarak düşündüğüm gofretlerden bir kutu almak istedim.
Babam; kızlar gofret yemez diyerek konuyu kapattı.
Bedan Köyü’ne o gün doğrudan giden araç olmadığı için babam beni yakın köylerden Karaköy’e giden bir arabaya bindirdi ve şoföre de beni Dedem Musa Bilgin’e teslim etmesi için sıkı sıkıya tembihledi. Şoför ve 7 kişi daracık, havasız araçla tozlu yollara koyulduk. Gedevet yolundan Taşatan bölgesine vardık. O zamanki şartlarda 40 km yol iki saat sürerdi. Sallanmaktan sıcaktan bunalan ve acıkan yolcular için araç bir dere kenarında mola verdi. Yolcular azıklarını çıkardılar. Ben ağaçlara ve ormana baktım, dereye bir kaç taş açtım, etrafı izledim derken azcık ilerledim bazı ada çayları gördüm. Onları kopardım ilerde başka ada çayları da gördüm onları da topladım. Kucağım ada çayları ile doldu ama etrafta daha çok ada çayı vardı. Ben onları da toplamak istiyordum. Ebeme sürpriz yapmalıydım ebem ada çayını çok severdi. Ben daha çok, daha da çok ada çayı toplarken bu işi seviyorum ve çok mutluyum…
Bu arada mola veren yolcular yemeklerini yemişler. Arabaya doluşmuşlar ve yola koyulmuşlar. Bir hayli gittikten sonra bir yolcu yan tarafının boş olduğunu fark etmiş. Daha önce burada oturan esmer tenli çocuğun olmadığını anlamış. Hemen sürücüye seslenmiş buradaki çocuk yok diye. Kısa bir duraksamadan sonra mola yerinde unutulduğumu düşünerek mola yerine geri dönmüşler. Beni bulması için genç bir abiyi görevlendirmişler…
Abinin sıcak elini omzumda hissederken;
Sen burada ne arıyorsun ? Az kalsın seni unutuyorduk dediğini hatırlar gibi oluyorum. Abi elimden tutarak ve beni yeniden hayata döndürerek arabanın yanına götürdü.
Düşünüyorum da ben orda unutulsaydım asla yola inerek orda birilerini aramazdım. Yukarıya gitme merakımdan, dağlara olan sevgimden dolayı, Akdağ’ın batısındaki kır yamaçları da yaylalarımıza benzeterek orada bir yerde ebemin evi var umuduyla dağa doğru giderdim. Büyük bir ihtimalle de bir kayada yolumu kaybeder ve ertesi günü göremezdim.
O zaman ellerinden öpüp teşekkür edemediğim şimdi 60 yaşlarında olduğunu düşündüğüm Karaköy’lü Abiyi bulup tanımak teşekkurlerimi sunmak istiyorum.
Acaba kimdi beni kurtaran Karköy’lü Abi ?
Bu anımı paylaşmam konusunda beni teşvik eden kızım Elif Erkuş’a sevgiler…
Mustafa ERKUŞ
ATAŞ GELDİ KAR ERİR GARİ
Gors Dayı(Allah rahmet eylesin,Askerliğini Kurs Talimgah da yapmış)
Ekim-dikim zamanı gelmiş,çift-çubuk birbirine karışmış,vakit geçmektedir.
Oğlu Ali Rıza(yaşamaktadır, rahatsız) Alanya’da çalışmaktadır.
Bir zaman sonra köye çıkar.
-Oğlum,nerdesin,çift-çubuk karıştı,vakit geçti der,
Oğlu Ali Rıza,babasının kaygısını üzerine yük etmemiş,cesur bir sesle,kendinden emin bir şekilde,
Baba bunları dert etme sen,
“ATAŞ GELDİ ,KAR ERİR GAYRİ”
Rahat ol baba der
BU YAZI İÇİN OĞLU ALİ ERDEM’DEN İZİN ALINMIŞTIR.